4 Temmuz 2012 Çarşamba

Tek kisilik yatakta sarilip uyumak

Bu yazıyı sevgilimle mutlu günlerimizde yazmaya başlamıştım, o günler artık geri kaldığı için de umutlu ve romantizmle başlayan yazı bambaşka bir şekilde son buldu...


Çift kişilik yatakları seviyorum, konforlu, rahat ve tabi ki iki kişilik ve her zaman onları tercih edeceğiz ama benim çiftlere tavsiyem bir kere bile olsa tek kişilik bir yatakta beraber uyumayı deneyin. Bence tek kişilik yatakta birbirine sarılıp uyumak dünyanın en romantik şeylerinden biri. Aslında öyle çok sarılıp uyuma meraklısı değilimdir, neyse ki sevgilim de öyle en fazla yarım saat-bir saat sarılıp uyuyabiliriz. Genelde onun evinde kocaman, rahat yatağında olduğumuzdan, ne gerek var herkesin kendi tarafı, kendi yastığı var diye düşünürüz dile getirmesek de. Ama o gün evde uyuyabileceğimiz başka yataklar da varken benim 8 yaşındaki bir kızın odasını andıran pembeler, morlar ve ayıcıklar içindeki odamda tek kişilik yatağımda, hatırladığım kadarıyla ilk defa bütün gece sarılarak uyuduk. Sabah yapış yapış ve her tarafım tutulmuş şekilde uyansam da bu durum hoşuma gitti, ve galiba onun da. Her ne kadar birbirimize belli etmemeye çalışsak da, ve en nihayetinde mecburiyetten öyle uyuduk havası yaratsak da en mutlu sabahlarımızdan biriydi.
Ve farkettimki her şeyimizi bilen, bizi en kusmuklu, en makyajsız halimizle gören, her şeyimizi, hatta en yakın dostlarımıza bile anlatmadığımız sırlarımızı anlattığımız, rahatsızlıklarımızı, belki komplekslerimizi rahatça belli ettiğimiz sevgililerimize, birbirimize olan duygularımızı neden aynı rahatlıkla anlatamıyor, söyleyemiyoruz?. İki insan birbirine hem nasıl bu kadar yakın, hem de bu kadar uzak olabilir?. Her şey açık açık söylense büyü mü bozulur, yüz göz mü olunur? Yoksa duvarlarımızı, maskelerimizi kaldırmış, sınırlarımızı yıkmış mı oluruz? Bu kadar korktuğumuz şey birinin olmak mı, yoksa hayatta ki en önemli seçimimizi yapmak mı? 
Bu soruların hepsinin tek bir cevabı var bence, o da evlenmek. Ya da bugünler de bana evlenmek bütün bu sorulara cevap gibi geliyor. Kimlerle ne ilişkiler yaşarsak yaşayalım, son kararımızı evlendiğimiz zaman vereceğiz ve hayatımızın geri kalanını o insanla geçireceğimiz için de bütün o eski ilişkiler silik anılar olarak kalacak, hatta belki hatırlamak istemediğimiz anılar olarak. Bu satırları yazarken birden o eski ilişkilere haksızlık ettiğimizi düşündüm.Yani bir ilişki bitince, eski sevgilimizle yaşadığımız bütün o anılar, büyülü anların kaybolmasına çok üzülüyorum. Galiba insanlar bu yüzen filmler çekip, romanlar yazmaya başlamış. Fotoğraf kareleri bile anlamsız hale geliyor bir zaman sonra. 
Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken, ağzımdan fark etmeden çıkan bir cümle bütün bu duyguların ve iyi bir ilişkiyi korumak için gerekli olan şeyin özeti oluverdi benim için. "Hani ikimiz yalnızken çok mutlu olduğumuz anlar var ya, o anlar keşke hep olsa, hiç çıkmasak"
Her ne kadar üzücü de olsa biten ilişkiler bitti gitti ama bundan sonrakiler için, etrafımdaki mutlu çiftleri gözlemlemeye başladım. Yukarıda bahsettiğim o mutlu anları nasıl koruduklarını, tüm hayatlarına nasıl yaydıklarını anlamaya çalıştım ve gördüm ki, bu yük genellikle bir kişinin üzerinde ve o kişi genellikle daha çok seven sonunda da daha çok yıpranan taraf oluyor. Bu düşüncelerin arkasından tabi ki şu soru geliyor aklıma, daha mı az sevmeliyiz, sevdiğimizi belli etmemeli miyiz, yoksa sevdiğimiz kişinin peşinden koşup, onu adam edip mutlu olma hayaliyle acı çekmeyi göze almak yerine bizi seven biriyle mi birlikte olmalıyız. Hayır hayır, bu düşünceye kendimi bildim bileli karşı çıktım. Hatta bir kaç kez denedim ama anladım ki, karşımdakinin kalbini elimde olmadan bile olsa kırmak hiç bana göre değil. Ama ya karşılıklı sevgi diye bir şey yoksa? Daha çok seven taraf hep daha çok acı çekiyor, alttan alıyor, sorun çıkmaması için susuyor, kavgaları örtbas ediyor ve sonunda tükeniyor...
Hayatındaki gidişattan, ilişkiden ya da yaşadıklarından emin olamayan, belki aradığını henüz bulamamış, ama bir yerlerde gerçek aşkının olduğuna 30'larına gelse de hala inanan, hayatını düzene sokamamış bir grup insanız, bu ruh halinin bir adı var mı bilmiyorum ama çağımızın yeni hastalığı bu olsa gerek. Tekrar düşündüm de bir adı var galiba, yalnızlık... Ve yalnız kalmamak için katlanıyoruz bütün bu olan bitene...




2 yorum:

  1. Okurken doğru doğru doğru diye mırıldandığımı farkettim...haklısın..ama biliyo musun haklılığımızın bizi çözüme kavuşturmasını ne çok istediğimi yazını okuyunca bir kez daha anladım...meğer şu hayatını düzene sokmak ne büyük işmiş..kimsenin bize nasıl yapılacağını anlatmadığı..

    YanıtlaSil
  2. Evet birileri bunun dersini kursunu verse iyi olur cidden :) kimileri doğuştan bir hayat kurma beceri ile doğuyor ama bizde mi yok daha mı öğrenemedik bilmiyorum. ben bir yazı da bundan çıkartırım bana çok ilham veriyorsun bu aralar :))

    YanıtlaSil