12 Eylül 2018 Çarşamba

Yine Bir Cuma Akşamı..






Her akşam özellikle Cuma akşamları köpeğim Fındığı gezdirirken aynı sahneye şahit oluyorum. Apartmanın kapısında dakikalarca bekleyen bir araba ve yukarıdan bir türlü inemeyen bir kadın. Cuma randevusu belli ki, çocukcağız kapıya gelmiş yemeğe çıkacaklar ama kız bir türlü süsünü bitemiyor.  Ya da bitiriyor da biraz daha beklesin diye oyalanıyor.
Tam o an bir aydınlanma yaşadım. Hayatımda kız arkadaşlarım dahil kimseyi (elimde olmayan sebepler dışında) hem de bilerek bekletmedim. Genelde hazırlanıp evden çıkmam taş çatlasa 15-20 dakikayı bulur. Hatta 10 dakikada hazır olduğum bile olur.
Ha kapıya kadar geldiler de ben mi bekletmedim konusuna gelirsek, maalesef hemen her yere kendim gittiğim için pek alan da olmadı. Hatta utanmadan bir de kendilerini bana aldırdılar kapılarından.
Öyle ya da böyle sonuç şu, ben “istemeyi” bilmiyorum, naz yapmayı, kaprisler, cilveleri bilmiyorum ve netice itibariyle hayatımdaki adamları hep böyle kadınlara kaptırıyorum.
Esas üzülerek fark ettiğim ve biraz da kıskandığım durum ise aslında, kapıya gelse de gelmese de o ilk buluşma ve ne giysem heyecanı oldu. Hatta itiraf etmek gerekirse kıza gıcık oldum. Çocuğa ne nazlar ne kaprisler yapacak kim bilir ve yine de kapıdan alınıp kapıya bırakılacak prenses gibi.
Bu saatten sonra geç tabi, kimler geldi, kimler geçti ben aynı ben. Ama ben de bundan sonra hayatımı ağırdan almaya karar verdim. Her yere koşa koşa gitmek, iki işi aynı anda yapıp herkesi mutlu etmeye çalışmak bitti. En azından deneyeceğim, olduğu kadar.

15 Ekim 2015 Perşembe

Cuma Sendromu

Pazartesi sendromunu anladık tamam, eskiden canımız okula gitmek istemezdi, şimdi de işe gitmek istemiyor. Zaten normal olan da bu işe gitmeyi kim ister falan filan. Benim yeni kabusum Cuma Sendromu. Bu sendrom öyle böyle değil. Pazartesi en azından sadece işle ilgili fal
an deyip geçiyoruz, hatta Cuma gelsin diye beklerken günler geçip gidiyor işte. Ama Cuma sendromu beter! Tam depresyona girmelik, battaniye altına saklanmalık!
Ne olduysa geçen Cuma sabahı oldu. Uyku sersemi günlerden Cuma olduğunu farkeden beynim, hala bir sevgilim olmadığını farkedememiş olacak ki garip bir heyecanla dolabın karşısına attı beni. Bir makyajlar, bir süslenmeler. Sabah sersemliği meşhur olan benim için bile bu kadar unutkanlık fazla. Cuma ritüeli şudur, iş çıkışı ya da öğle arasında koştur koştur kuaföre gidilir, eve gidip üst değişmeye vakit olmaz diye de mümkünse geceye devam etmeye uygun bir şeyler giyilir. İşte o sabah beynim bana garip bir oyun oynadı, ve yataktan son 5 ay hiç yaşanmamış gibi uyandım.
Halbuki ne rahattım, Cuma ne giyeceğim derdi yok, kuaför koşturmaları, saat daha 6 bile olmadan ojem soyuldu dertleri yoktu. İşten Cuma oldu sevinciyle mutlu mutlu çıkıp, pilatesimi yapıp eve gidip dizilerimi izliyordum.
Şimdi ise bütün rahatım kaçtı! Bir korku sardı, ya yine Cuma gelirse ve beynim yine bana aynı oyunları oynarsa. İnsanlar böyle böyle işkolik oluyor işte. Cuma sendromuna girmemek için, eve iş götürmeler, Cumartesi çalışmalar... Ay daha neler gelecek başıma kim bilir! Sonunda ne olacak Cuma günü Pazartesi gelsin diye beklemeye mi başlayacağım. O iş kolik deli kadınlardan olmak istemiyorum, Allahım sen beni koru!
Yalnızlığı sevdim ben iyi böyle diye hava atmayı biliyordun, al sana! İlk güneş ışığı ile birlikte, özledin di mi o Cuma akşamlarını. E nasıl kurtulucaz bu sendromdan cicim sen onu düşün. Ya her Cuma kendini ordan oraya atacak, bir şekilde eve gitmeyeceksin ki çok yorucu şimdiden üşendim. Ya yeni bir sevgili bulacaksın, ki herkesin beklentisi ve cevabı bu yöndedir eminim. Ama ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. (Bu konu ile ilgili yeni blog konusu çıkar o derece) Ya da eski sevgililerden birine dönülecek, ki bir tanesi Dünya'nın bir uzak ucunda, diğeri de malum evlerden uzak!
Kaldın mı gene tarçına ve silikon tabancana, kaldın evet tebrikler. Sonra da Bodrum sezonu açılır zaten geçer gider işte bu yaz da! Neyse ki canım arkadaşlarım da alıştı zaten, bu yaz beni bir şekilde oyalarlar, mecbuur. Sizi seviyorum :) xxx

13 Ocak 2014 Pazartesi

Bir ilişkiyi yürütebilmek için ne gerekir? 1. Bölüm

Yıllardır her başarısız biten ilişkinin ardından sorgularım, neden?
Biriyle tanışmak, onu hayatımıza almak, kabullenmek, tanımak, aranızda olan biteni bir ilişki haline getirebilmek bile başlı başına birer işken, tam yoluna girmek üzere olan ilişkilerimiz ne oluyor da bitiveriyor ?
Birbirine her konuda çok uygun iki insan düşünün, seviyorlar da üstelik birbirlerini! İkisinin de gözleri parlıyor, uzaktayken içleri çekiliyor, ayrıyken nefes bile alamaz oluyorlar. Peki sonra ne oluyor, neden yürümüyor? Cevabı basitmiş aslında. Bir kitapta okuduğum tek bir cümle kafamdaki bu koca soruyu yanıtlayıverdi; "Bir ilişkiyi yürütebilmek beceri ister, iki tarafın da bu beceriye sahip sağlıklı ruhlar olması gerekir".
Kendi ruhlarındaki sorunları çözememiş iki insan bir araya geldiğinde, aşktan ölseler bile yürümüyor o ilişki. Ya olur olmaz alınganlıklar başlıyor, ya gereksiz kaprisler ya da "ama ben haklıyım"lar. Birbirlerine olan sevgilerini göremez hale geliyorlar. Belki kompleksler, belki geçmişten gelen ruhlarındaki arızalar, canım aşklarını unutturuveriyor, küçük hesapların peşine düşürüyor. O bana bunu yaptı, ben ona bunu. O bana şunu dedi, ben ona bunu. Halbuki aşkta yoktur böyle hesaplar. Önemli olan tek şey birlikte, yan yana olabilmektir.
Aslında bu noktada yapmaları gereken tek şey, birbirlerinin gözünün içine tek bir defa bakmaktır. O tek bakış çözecek aslında her şeyi. Ama bakmıyoruz biz tabi. Çünkü uğraşacak daha çok meselemiz var sözde. Onun yerine "whatsup" giriyor devreye. Hiç söylenmemesi gereken, sonradan çok pişman olunan o cümleler yazılıp gönderiliyor. Geçmiş olsun! O dakikadan sonra, zaten yeterince arızalı olan o iki ruh, bir daha bakmıyor birbirlerinin gözlerinin içine. Aradan belli bir süre geçince, insan kendi kendine oturup düşününce, parmaklarım kırılsaydı da yazmasaydım o son cümleyi diyor. Yazmasaydım, sussaydım, onun yerine ilk uçakla yanına koşup baksaydım gözlerine, en azından son bir kez. Varsa paylaşamadığımız bir şey, son kez yüz yüze kapışsaydık.
Hala seviyor muyum evet, özlüyor muyum her zamankinden çok. Haksız mıyım, hayır! Kendi haksızlığımı kabul etmeme yine de engel oluyor içimdeki sağlıksız ruh. Ama umurumda değil artık, çünkü kimin haklı olduğunun bir önemi kalmadı. Biz birlikte olamadıktan sonra, hiçbir şeyin önemi kalmadı zaten. Peki yapılacak ne kaldı derseniz, derin bir nefes almaktan başk
a hiçbir şey.
Benim kendi adıma aşkımı kurtarmak için hiç ümidim yok artık, ama hala ümidi olanlar kimin haklı, kimin haksız olduğunu bırakın bir an önce. Sevgilinizin gözünün içine bakın, orada göreceksiniz devam etmeye değer mi değmez mi. Birbirinizi kaybetmenize neden olan o saçma sapan konuları unutacaksınız bir gün. Hatırladığınız tek şey midenizdeki o sızı olacak.
Netice itibariyle, artık şunu çok net biliyorum. Ruhumuzdaki arızaları, geçmişteki yaraları çözmeden, hayatımızın aşkıyla bile mutlu olmamız mümkün değil. Yani önce kendimizi iyileştirmemiz gerekiyor ki, karşımızdaki insanı da mutlu edelim, mutlu olalım. Yoksa daha çok büyük sevgiler, aşklar kopar gider elimizden.
2. Bölüm ne olacak derseniz, bizi bu noktaya neler getiriyor, ruhumuzun neler hasta etmiş anlamaya çalışacağım, tabi işin içinden çıkabilirsem :)

9 Aralık 2013 Pazartesi

Bugün erkek oldum !!!



Yüzyıllardır yazılır çizilir; Erkekler Ne İster?, Erkeğinizi Aşık Etmenin Kırk Yolu, vesaire vesaire...
Bir kere de ben deneyeyim dedim. Erkek beynine girsem, bizim kalbimizi kırmadan önce başlarına neler geldi, kimlere aşık oldular da bu kadar kalpsiz oldular, bizden önceki kadınlar onlara neler çektirdi de bu hale geldiler anlarım diye düşündüm.
Bir erkek olsam kim olurdum dedim sonra da. Kesin Gatsby olurdum, Muhteşem Gatsby!!! E bana da o yakışır :)
Okuduğum, izlediğim onca karakter arasında kendime en yakın hissettiğim ve bence aşık olmayı bilen tek erkek o!! Onun Daisy'ye olan aşkı mı, gizemi mi yoksa yaşadığı muhteşem ev ve hayat mı bilmiyorum ama seviyorum işte bu adamı!
Her neyse, kitabı bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim. Hikayemiz 1922 yılı yazında New York'un sayfiye bölgelerinden birinde geçiyor. 1920'lerin ekonomik buhranı ve 1. Dünya Savaşı kargaşası sırasında bir çeşit "Amerikan Rüyası" hayatını okuyoruz aslında temelde. Kitabın ana karakteri Jay Gatsby, yani bugün ben :) Tam olarak ne iş yaptığı anlaşılamayan, New York'un dışında hayatınızda görebileceğiniz en muhteşem malikanede yaşayan ve yeryüzünün en çılgın partilerini veren bu adamın bir sırrı vardır. Daisy. Daisy, Daisy, Daisy! Gatsby fakir ama gururlu bir genç iken savaşa gider ve döndüğünde Daisy zengin adamın tekiyle evlenmiştir. Gatsby önce sırra kadem basar, sonra da çok zengin bir adam olarak geri döner ve New York'ta, Daisy'nin yaşadığı evin tam karşı kıyısındaki malikaneyi satın alır. Bütün hayatını "Daisy'yi sadece bir kez daha görebilmek" için baştan yaratmıştır. Bütün o çılgın, görkemli partileri, "Daisy belki bir gün gelir" diye vermektedir. Koyu harflerle yazdığım o iki cümleyi ben çok küçük bir kızken duydum ve bütün erkekler böyle olur, böyle sever sandım. Değilmiş tabi. Gatsby Daisy'yi öyle bir sever ki, onun sevgisine bakıp bile aşık olabilirsiniz Daisy'ye. Bir insan, bir insanı bu kadar sevebilir mi dersiniz. Düşününce, şimdi bile tüylerim diken diken oluyor.
Peki ya Daisy ne yapar?, fazla ayrıntı vermeyeceğim ama, Daisy Gatby'yi sonunda reddeder ve kocasına döner. Korkaklıktan mı, çocuğu için mi, yoksa kocasını daha çok sevdiğinden mi bilinmez. Kitabın sonunda ne yazık ki Gatsby'yi kaybediyoruz ama yaşasaydı ne olurdu diye çok düşündüm. Daisy'siz nasıl yaşardı? Onu tam bulmuşken tekrar kaybetmek, hatta reddedilmek onu ne hale getirirdi?
Ben size söyleyeyim, her geceyi başka bir kadınla geçiren, umursamaz, kimseyi sevemeyen bir kalpsize dönüşürdü. O kalplerimizi kıran adamların hepsinin içinde bir Gatsby vardır belki de. Aslında onlar da deli gibi korkuyorlar tekrar kalpleri kırılacak diye. Kalpleri olmaması daha çok işlerine geliyor açıkçası. Haklılar aslında. Bugün ben de bir erkeğim, Daisy'mi kaybettim ve onları anlıyorum. Hayatıma başkaları girecek tabi girmesine ama bir Daisy olur mu? Daisy'ye verdiğim emekleri onlara da verebilir miyim yeniden? Baştan başlayabilir miyim? Ve sevdiğim zaman o da beni sever mi? Unutmayın erkeklerin egoları bizden kat be kat fazla. Bizim gururumuza dokunmayan küçücük bir şey, belli etmeseler de onları çok incitebiliyor. Her şey bitti, bir de gururlarını incitmemek için mi uğraşacağız diyebilirsiniz. Seviyorsanız evet. Bugün bana ne oldu bilmiyorum. Erkek olunca direk karşı tarafa geçtim farkındayım. Ama dedim ya ben Gatsby'yim, erkek olsam bile deli gibi aşık olmayı bilen bir erkek olurdum ve Daisy yine kıymetimi bilmezdi. Erkek de olsam kadın da, anlaşılan ben hep aynı ben, önce bu kafayı değiştirmek lazım!

6 Aralık 2013 Cuma

Hangi eski sevgiliden arkadaş olur, hangisinden olmaz ?

Alın size evladiyelik bir soru daha!! Üzülmeyin, konunun uzmanı karşınızda....
Bir kere ancak, geçmişte çok sevdiğiniz, çok güzel günler geçirdiğiniz bir adamdan arkadaş olur. Sevmediğiniz sırf şans vermek için çıktığınız biriyle arkadaş kalmayı denemeyin bile çünkü zaten sevgiliyken de sevmediğiniz birini, arkadaş olarak da ağzıyla kuş tutsa sevemezsiniz.
Sevgiliyken, alacağınız arabadan, yeni gireceğiniz işe kadar her konuda fikrini aldığınız ve fikirlerine güvendiğiniz bir adama zaten ömür boyu ihtiyacınız olacak. Keşke elimizden kaçırmayıp evlenseydik onlarla ama olmadı işte. Belki onlar bizi, bizim onları sevdiğimiz kadar sevmediler ya da bir şekilde yürümedi işte. Ama ben bu kadar değer verdiğim insanları kaybetmeye de karşıyım. Yaptığı aptal bir espriyle beni saatlerce güldürebiliyorsa, neden kalmasın ki hayatımda.

Ama tabi dikkat edilmesi gereken bazı hususlar da yok değil.
Birincisi, birlikte mümkünse fazla içmemeye çalışın. Çünkü, o ilk çok içkili geceyi birlikte geçirmeyeceğiniz ya da en azından öpüşmeyeceğinizin garantisini veremiyorum ne yazık ki. Kendinize engel olun, içmeyin, öpüşmeyin. İçecekseniz de ayrı ayrı evlere dönün. Aman birbirinizi eve falan bırakmayın, o arabada asla yalnız kalmayın. Ha diyelim ki içtiniz, öpüştünüz, hatta geceyi birlikte geçirdiniz. En az 1-2 hafta birbirinizi aramayın. O olayı mümkünse unutmaya çalışın. Size yeni sevgili yapmaya çalışmıyoruz. Sizi çok güldüren, eğlendiren, kendinizi yanında rahat hissettiğiniz bir adamla arkadaş kalmanızı sağlamaya çalışıyoruz. Lütfen konudan sapmayalım.

O içkili geceyi sağ salim atlattıysanız, ikinci maddeye geçiyorum. Atlatamadıysanız gerisini okumasanız da olur zaten. Çünkü belli ki hala bir şeyler hissediyorsunuz ona. İşte ikinci madde de tam bununla ilgili. Ona hala bir şeyler hissettiğinize dair en ufak bir kıpırtı olursa içinizde yine bir süre görüşmemeye çalışın. Hatta arkadaş olmayı da unutun, çünkü arkadaş olayım derken ona yine aşık olursanız, anneannemin deyimiyle "yandı gülüm keten helva" :) Bir çuval incir rezil olur, bırakın arkadaş olmayı, kendinizi evde ağlayıp onu yeniden unutmaya çalışırken bulursunuz. Hiç tavsiye etmem.

Üçüncü konu ise; eski zamanları anma meselesi. Birlikte bir geçmişiniz var, ortak arkadaşlar, anılar var. Konu illa ki sevgili olduğunuz günlerden açılacak. O günlerden bahsederken rahat olun. Hatta dalga geçin. Gülün yine birlikte, eğlenin, siz artık arkadaşsınız.

Ve inanın bana, insanın o çok sevdiği eski sevgilisi gerçekten iyi bir dost olabiliyor. Düşünsenize her yönden sizi "en çıplak" halinizle gören kaç kişi var şu hayatta. Yanında eskiden yapamadığınız her şeyi de yapabilirsiniz tabi. Yeni sevgililerinizi anlatın, korkmadan ağlayın yanında, bırakın sarılsın size. Göreceksiniz eskiden sarılmadığı gibi sarılacak o da. Çünkü o da rahat artık. Evlenme korkusu yok, başıma kaldı bu kız derdi yok. Korkmayın, benim çok ama çok sevdiğim iki eski sevgilim var. Eskiden çok üzdüler beni ama, şimdi başka biri kalbimi kırdığında onlarla dertleşmek bana o kadar iyi geliyor ki. Ve unutmayın sizinle hala vakit geçiriyorsa, o da size değer vermiş demektir. Daha da önemlisi, başkasının kırdığı kalbi onarmaya çalışıyorsa, o gerçekten iyi biridir.

Ama kendinizi de hazırlayın tabi, onlar da evlenebilir, başkalarına aşık olabilirler. Onların kalbi kırıldığında sizin de onları teselli etmeniz gerekebilir. Eğer bunların hepsine dayanabilecekseniz, onunla arkadaş olmaya hazırsınız demektir. Tebrikler çok sevdiğiniz, yeni bir arkadaşınız var!

30 Kasım 2013 Cumartesi

O kızı şimdi yolda görsem tanımam...

Aynı hayatta birden fazla kişi olduğunuzu ya da birden fazla hayat yaşadığınızı hissettiğiniz anlar oluyor mu sizin de?
Bugün CV'mi düzenlerken fark ettim ki her girdiğim işte başka biri olmuş, başka bir hayat yaşamışım. Şimdiki masabaşı işimi gördükten sonra, eskiden ünlülerin kulislerinde takıldığıma kim inanır.
Sonra yine aşk hayatımızla ilgili düşünmeye başladım. Her ilişkide de başka biri oluyoruz sanki. Tamam sonradan pişman olacağımız acaip dövmeler falan yaptırmadık belki (çok şükür!!!) ama, o gardırop bayağı bir değişti. Takım elbiseden başka bir şey giymeyen sevgililerimizle ciddi hanım hanımcık iş kadını şeklinde dolaşıp, sürekli "hang over" halinde yaşadığımız başka bir sevgiliyle Pete Doherty zamanlarındaki Kate Moss'a dönüşümedik mi?
Bana sorarsanız, bütün bu ilişkiler sonunda kendimi bulmamı sağladı tabi sağlamasına. Artık kim olduğumu, ne istediğimi, nasıl bir hayat ve nasıl bir hayat arkadaşı istediğimi biliyorum. Bir daha o bukalemun ilişkileri yaşayacağımı da sanmıyorum. Ama işin belki de aşk hayatından öte tarafı, dışarıdan şöyle bir bakınca sırf aşkımızın peşinden gitmek uğruna ailelerimizin bizi yıllarca korumaya çalıştığı her şeye dibine kadar batmışız. Pişmanlık değil ama artık kendimizi kaybettiren değil yanında daha çok kendimiz olabileceğimiz insanlarla birlikte olmalıyız diye düşünmeye başladım. Sanırım buna büyümek deniyor.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Sizi neden aramıyor?

Kadın-Erkek ilişkilerinde modern çağın belki de en çok duyduğumuz sorusu bu, "Beni neden aramıyor"? Kendim de dahil olmak üzere çevremdeki hemen hemen bütün arkadaşlarım bu soruyu en az bir kere sormuştur. Beni neden aramadı? "Geçen gece çok eğlenmiştik, ama ertesi gün aramadı. Hatta bir hafta geçti hala aramadı" dediğimizi hala duyar gibiyim. 
Koca koca adamlara önlerini ilikleten bu kariyerli kadınlar, iş aşka gelince aptallaşır, akıllı telefonlarının başında arasın diye bekler, whatsup'ta online mi, başkalarıyla konuşuyor mu diye aptal aptal düşünürüz. Online olmazsa sevinir, onları haklı çıkarırız. "Bak çok yoğun kimseyle konuşmuyor" diye. Ama ne yazık ki onlar sadece canları isteyince arayıp, bir de zekamızla hakaret edercesine "Canım hafta içi çok yoğun olursun diye aramadım", "İnan 5 dakikam olmadı" diye palavralar sıralarlar. Geçmiş olsun!!. 
Aramak, birinin sesini duymak isteyen insan fırsat yaratır, an yaratır ama arar.  En azından günde bir kere "özledim" demek bu kadar mı zordur. Ya da nasılsın, günün nasıl geçti demek!!
İlişki konularında benden daha başarılı bulduğum bir arkadaşım yıllar önce uyarmıştı beni. "Bir erkek isterse bir yolunu bulur" demişti. Ben de ama'ları sıralayıp o zamanki sevgilimi korumuştum. Şimdi o arkadaşım evli, mutlu, çocuklu, bense bunları yazıyorum işte hala ergenler gibi!!
Zaman kaybı, işte bunlar hep zaman kaybı!!! Daha başında ne olduğu belli olan ilişkilere neden bu kadar şans verir, düzelir diye bekleriz. Bir ilişki kendini en baştan belli eder. Sevgiliyseniz sevgilisinizdir, takılıyorsanız takılıyorsunuzdur. Ötesi yok!!. Takıldığınız biriyle o iş hayatta gerçek sevgililiğe dönüşmez. Dönüşse de Dr. Jekyll- Mr. Hyde sendromlu tuhaf bir yaratığa dönüşür. Sonuç yine mutsuzluk, üzgünüm. 
Kendinizi şuna da hazırlayın. Sizi bir türlü aramayan, kaçan, mesajlarınıza saatler sonra bir zahmet ve büyük ihtimal "ok :)" gibi odun mesajlar yazan adam, üzülerek söylüyorum, sizden muhtemelen daha çirkin, daha az kariyerli, daha az stil sahibi, sümüklünün tekini günde 5 kez arayacak, çiçekler gönderecek ve bir gün bir bakacaksınız sabahın köründe online olmaya başlamış ve kıza günaydın mesajları gönderiyor. 
Bu sendromlardan kurtulmanın, onları önce aklımızda, kalbimizden ve sonra da hayatımızdan
çıkarmanın yolu aslında basit. Kendinizi onların yerine koyun. Sizin hiç mesajlarına cevap yazmadığınız birileri olmadı mı? Mutlaka olmuştur. Onlara niye cevap yazmadığınızı ya da niye aramadığınızı düşünün. Ne yazık ki bu ilişkide de istenmeyen taraf ya da birisinin B planı sizsiniz işte. Böyle düşündüğüm an kendimden nefret ettim, küçüldüm resmen kendi gözümde. Ama faydası oldu mu oldu. Şimdi onlar düşünsün!! 
Ha bir de lütfen gidip aynaya bakın ve ne kadar güzel olduğunuzu hatırlatın kendinize. Çünkü onlar ne düşünürse düşünsün biz güzeliz ve daha iyi davranılmayı, ilgi görmeyi, sabahları o günaydın mesajını almayı hak ediyoruz.